6 Nisan 2011 Çarşamba

Seba, Çok İyi Televizyon... 1926 - ....



Elbette ben de gençlik hezeyanıyla sürüye uydum. Değişen duruma, anlayışa, futbola ve hayata ayak uyduramayan yaşlı adama oturduğum tribünden delikanlı cüretimle bağıradurdum. Hayatımın en mutlu anlarını büyük emek ve özveri vererek yaşatan başkanın ilk başarısızlığının acısını yine ondan çıkardım. Yabancı transfer yapamamasını, Avrupa'da bir türlü kazanamamamızı, teknik direktörlere bu denli bağlı kalmasını, kulübü çağ atlamamasını, camianın uğradığı her türlü haksızlığı efendilikle atlamasını hoş göremedim. Sanki her sene biz olacaktık şampiyon, sanki her sene namağlup tamamlayacaktık ligi! Olmadı tabi... Ahmet Dursun'u soktum araya, yeter artık dedim (yıllar sonra ne ilginçtir ki yine aynı tribünden yine aynı şekilde bir başkasına da yeter dedim) artık istifa dedim, belki küfür bile etmişimdir. 16 senede kazandığımız 25 tane kupa yetmezdi, çünkü artık yeterdi, bu yaşta bu değişen futbola çok bileydi. Gençlerin önünü açmalıydı. Fareli soyunma odalarından, kokan antrenman sahalarından, banka ve tefecilere borçlu camiadan pırıl pırıl bir Beşiktaş yaratan adam gitmeliydi. Ve bir gün gitti...

Demek bazı şeylerin değerini kaybedince anlıyormuş insanoğlu. 85 yıllık çınar devam etse başkanlığa bugün 27 senesi dolacaktı. Belki yine herkesin ikinci takımı Beşiktaş, Türk sporunun onursal başkanı olacaktı. Kulüpler birliğinin başındaki adamı dinleyeceğimize Süleyman Seba konuşacaktı, herkes susacaktı. Belki yine yıldızlar olmayacaktı, Avrupa'da başarı yine bu kulübe uğramayacaktı lakin Beşiktaşlılık duruşu anlamını kazanacaktı. Şimdiki başkanın ağzına yakışmayan ve sakil duran bu güzel ifade tekrar parıldayacaktı. Birilerine para yüzünden muhtaç olmayacaktık, çok zengin de olmayacaktık ama şuna eminim bundan kötü de olmayacaktık...

Kendi adıma kabul ederse özür dilemek isterim 12-13 sene öncesi için. Beşiktaşım'ın, biricik sevgilimin layık olduğu başkan profilini anlayamamışız o günler için. Bir-iki sükseli transferle gözümüz boyanmış, masaya yumruğunu vurdukça ondan sonra gelenler egomuz da tavana vurmuş bilememişiz. Şampiyonluğun önemi sahiden de yokmuş, o forma kaybederken daha bir güzelmiş. Şerefli ikincilikler, adaletsizliğe karşı hakemi de yenmek, ağlamamak, ele güne rezil olmamak, başkanımızla gurur duymak ne demekmiş, yaşarken bir insanın heykelinin neden dikildiğini yeni yeni anlıyoruz biz. Özür dileriz, özür dilerim başkanım. İyi ki doğmuşsun, iyi ki var olmuşsun, iyi ki başkanımız olmuşsun... Allah seni başımızdan eksik etmesin...

1 yorum:

Unknown dedi ki...

helal olsun...